0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

10. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

10. YANGIN.

Aylar önce, Karina'nın kaçırıldığı, Karmen'in öldüğü gün.

O sabah yağmur yağmasını beklemiyordum. Önce bir gök gürültüsüyle başlamıştı. Sonra ilk yağmur damlasını, arabamın ön camında görmüştüm. Bulutlar hızlı şekilde lacivert rengine dönüşmüştü. Şimşek iki bulutun arasından parlamıştı ve arabanın içine düşen beyaz ışık Karina'yı korkutmuştu. O gün, benimle hayatındaki son yağmuru görmüştü.

"İtalya'ya dönüyoruz Karina, ailemize dönüyoruz." 

Aynadan ona bakarak, yağmurdan daha yüksek sesle konuştuğumda gözlerini yanındaki camdan çekip bana çevirdi. Gözleri merak ve ürkeklikle açılmıştı. "Dede," dedi ona öğrettiğim gibi.

"Karina'm, evet... Dedeni, dayılarını, büyük dedeni göreceksin. Yengen Angel'ı da göreceksin, o biraz çatlaktır... Hepsi seni çok sevecek." Ona göz kırptım. "Şimdi kızgınlar, izimi kaybettirdiğim ve onlara verdiğim sözü tutmadığım için kızgınlar ama seni gördüklerinde beni affedecekler." Yanıma dönüp koltuğun üzerindeki biletlerimize baktım, bugün İtalya'ya döneceğimiz gündü. "Noah... En önce o yumuşayacak, seni ve beni gördüğü an kollarını bize açıp sarılacak. Salvador'un bana yaptığı o ağaç eve seninle gireceğiz. O evde yaşayacaksın ama büyüyene kadar hiçbir silah sesini duymayacaksın..."

Sözcüklerim fısıldayarak yalnız benim duyacağım şekilde sonlandı ve Karina ellerini çırpıp, "Ev," dedi, neşeyle. 

"Evet kalbim Karina'm, eve dönüyoruz." Radyoya uzanıp şarkılar arasında dolaşmaya başladım, Karina'ya yağmuru unutturacak bir şarkı aramaya başladım ve o, "Anne," diyerek çalan bir şarkıya heyecanlı çığlık atınca gülümseyip elimi radyodan çektim. "Güzel bir şarkı zevkin var, yoksa büyüdüğünde şarkıcı mı olmak istiyorsun?"

Kıkırdayarak şarkıya eşlik ederken, başını da ritimle uyumlu şekilde salladı. Saçları kafasının üstünde savruluyordu. Gülüşü kemiklerimi bile ısıtıyordu, bu yüzden yağmurun ne kadar yağdığı umurumda değildi. "Seni seviyorum Karina," dedim, yola bakarak. "Çok seviyorum."

Başka sokağa girdim ve şarkı bittiğinde Karina bir mızmız ses çıkarıp ardından, "Susadım," dedi.

Yanıma koyduğum çantama baktım, maması vardı ama suyu bitmişti. "Biraz beklemelisin Karina, havaalanında alacağım."

"Çok susadım," dedi, İtalyan'ca.

Yağmurun araba camlarına vuruş sesi katlanınca Karina'm camlara bakıp sonra bana döndü. Üzerindeki hırkaya sarıldığını gördüğümde, "Aşkım neden üşüdüğünü söyleyemiyorsun," diyerek arabanın sıcaklığını arttırdım.

"Üşümedim anne, susadım susadım!"

Havaalanına varmak için yarım saatim daha vardı. Dudağımı ısırıp camdan dışarıya baktım ve yere dehşet süratle vuran yağmur damlalarını gördüm. Diğer yöne girerken, "Tamam, su alacağım," diyerek etrafıma bakındım. Caddede olduğum için su alabileceğim bir yer yoktu, biraz ilerlemem gerekti. Yan sokağa girdim ve kaldırım kenarında ilerlerken, "Başka bir şey istiyor musun?" diye sordum.

Yanağını gösterdi. Onu öpmemi istiyordu.

"Utanmaz kız, kime çektin acaba..."

Kıkırdadı.

Arabayı küçük marketin önünde durdurup üzerimdeki deri ceketimin fermuarını çektim. Araba anahtarımı alıp cebime attıktan sonra arkama doğru dönüp gözlerine baktım. "Karina'm, birden başlayarak yüze kadar say, geri döneceğim," dedim, yüze kadar saymayı bilmiyor olsa da. "Biraz da yaklaş, öpeyim seni."

Dudaklarını ileriye uzatarak yaklaştığında, ben de aynı şekilde yaklaşıp onun çenesinin altından üç kez hızlıca öptüm. Nazlı nazlı kıkırdayıp geri çekildiğinde de önüme dönüp arabamdan indim, Karina, "Bir," diyerek saymaya başlayınca yağmurun altında markete doğru koşmaya başladım.

Markete girene kadar iki kez şimşek çaktı ve gök gürledi. Islak saçlarım yanağıma değerken markete girdim ve reyonların arasında hızlı yürüdüm. Dışarıdaki sulardan iki tane alıp direkt kasaya yöneldim. Marketten çıkabildiğimde koşarak gittim ve arabamın kapısını açıp binerken, elimdeki torbayı yanıma bıraktım. Islak saçlarımı başımın arkasına itip suyun birisini aldım ve arkama dönerken, "Al Karina'm," dedim ama kelimeler havada asılı kalarak fısıltıya döndü.

Karina koltuğunda değildi.

"Karina," diye fısıldadım bir daha ve hızlı eğilip iki koltuğun arasına, yere doğru baktım. Düşmüş de değildi. Beynimden vurulmuşa döndüm, korkunun yakıcılığına rağmen buz gibi oldum. Elimdeki suyu fırlatıp araba kapısını açtım ve dışarıya çıkarken, "Karina?" diye seslendim.

Yağmur damlaları vücuduma çarparken, başımı etrafımda dolaştırıp sessiz sokağa baktım. Etrafta kimse görünmüyordu, bir ses de duyulmuyordu. Arabanın arkasını dolanıp Karina'yı aradım, adını seslenirken eğilip ıslak yere dizlerimi yasladım, arabanın altına baktım. Kendisi inmiş olamazdı, daha önce böyle bir şey yapmamıştı. "Karina," diye seslenerek elimi yere vurdum ve ses gelmediğinde ayağa kalktım, kendi etrafımda panikle dönmeye başladım.

"Kızım, Karina'm!"

Rüzgârla yağmurun ortaklaşa önüme ittiği saçlarımı hızlı hızlı itip gözlerimi daha iyi görebilmek için kıstım, süratle inen yağmur damlalarının arasından ilerileri görmeye çalıştım. Arabanın ön tarafına doğru koştum, sokağın bu tarafına doğru bakıp düşünmeye çalıştım. Markette ancak iki dakika durmuştum, o sırada ne yaşanmış olabilirdi? Kapıları kilitleyip inmiştim, nasıl inebilir... Ya da dur, kapıları kilitlemiş miydim? Hatırlamıyordum, az önce anahtarla mı açmıştım ya da direkt kapıya mı uzanmıştım? 

Dehşetle bağırıp suratıma vurmaya başladım. "N'aptım? N'aptım ben... N'aptım!"

Kendisi inemez, yürümeyi bile yeni öğreniyordu. Orada, yalnızca birkaç bildiği rakamı tekrar edecekti ben dönene kadar. O gidemez... Bu yüzden birisi onu aldı.

Karina'mı kaçırdılar.

Şok dalgası kalbimi yerinden sertçe kaldırıp göğüs kafesimin kemikleri arasından acıtarak geçirdi. Kulağımda yağmurun yağışı yerine Karina'nın hayali çığlığını duymaya başladım ve bağırarak sokakta koştum, başımı durmadan çevremde dolaştırarak, "Karina!" Diye haykırdım. Sokağın sonuna geldiğimde ikiye ayrılan caddeye baktım, iki sokakta da kimse yoktu, yalnızca bir otobüs geçiyordu. Gözlerim parladı ve otobüsün arkasından koşmaya başlarken, "Dur," diye seslendim. "Dur, kızım orada mı? Derhal arabayı durdurun, kızıma bakacağım!" Otobüsün peşinden iki sokak koştum ama otobüs hızlanıp trafiğe karıştığında, kendimi bir anda arabaların arasında buldum. Gözbebeklerim kocaman açılmış, ıpıslak saçlarım kafama yapışmıştı. Korna seslerini, Karina'nın hayali çığlığı arasında duydum ve ellerimi kulaklarıma kapatıp etrafımda döndüm. "Karina'm, neredesin?"

Kaldırıma çıkarken düştüm ve canımın acısını hissetmeden ıslak ellerim üzerinden doğruldum. Gök gürültüsünün arasında trafik lambalarının ışıklarını gördüm, etrafımdaki araba kalabalığı arasında kızımı arayıp sonra arkamı döndüm ve onu kaybettiğim yere dönmek için koştum.

İki dakikada öleceğimi söyleseler kurşuna dizilerek öleceğimi düşünürdüm. Aklıma hiç gelmezdi beni iki dakikada öldürecek şeyin Karina'nın yağmura karışan gözyaşları olacağı.

Soluklarım dudaklarımdan kopup gelirken o sokağa yeniden döndüm ve arabama koşup bir umut tekrar baktım. İçerideki sessizlik beni delirtti ve ellerim kendime duyduğum öfkeyle saçlarımı çekiştirdi. Rüzgârın uğultusunda Karina'mın korku dolu nefesini, anne diye seslenişi, bağrışını duydum ve etrafımda tekrar tekrar dönüp çaresizce haykırdım. "Karina! Kalbim Karina'm! Bana seslendin mi? Seni nasıl duyamadım..."

Tokatlarımı suratıma vurup hıçkırmaya başladım ve saçlarımı gözlerim önünden çekip markete döndüm. Bir adam, elinde iki torbayla dışarıya çıkıyordu. Belki o kızımı görmüş olabilirdi, ya da burada onu kaçıranları görmüştür. Adamın yakasına yapışmak için koşmaya başladım ama o sırada yağmurun hırçınca vurduğu yerde bir beyazlık gördüğümde beynimden vurulmuşa döndüm.

Karina'nın saçına bağladığım beyaz kurdele...

Yere düşmüş ve ıslanmış. Kirlenmiş.

Dizlerim ileriye doğru titredi ve bir saniye sonra yerdeydim. Eğilip kurdeleyi avucuma aldım ve üzerindeki kiri sertçe silip yağmur üstüne akarken, inanamayarak kafamı iki yana salladım. Daha biraz önce ısıttım kemiklerimi onun gülüşüyle ve yağmur üşütmez beni diye düşündüm. Yağmur beni üşütmezmiş, doğru... Yağmur beni buz kesermiş, güzel anıları tesellisiz acılara çevirirmiş. Yağmur Karina'nın çığlığını gizler ve ben duymazmışım. O yağmur Karina'nın göreceği son yağmurmuş, benim de sınavımmış.

🎠

Günümüz.

Sana yazın giymen için aldığım çiçekli elbiseyi giymedin Karina. Çünkü bir daha hiç yaz görmedin.

O rüzgâra sadece ağaç yaprakları takılmadı, Karina'da takılıp uçtu. Bu yüzden rüzgârın hışırtısından nefret ederim, ağaç yapraklarının yerde sürüklenip uçuşundan da. Bir süredir yağmur yağmıyordu, gökyüzündeki bu hareketlilik ve rüzgârın hızı artık yağmurun yağacağını düşündürmüştü bana. Arabamın ön camından dışarıya bakıp dişlerimi sıkarken, Deren'in yanımda aldığı nefesi duyup gözlerimi kapattım.

Aramadan sonra çıkıp Adli Tıp Kurumuna gelmiştik ama bir türlü arabadan inmiyordu. Birkaç dakikadır, arabayı durdurmuş olmasına rağmen kıpırdamadan koltuğunda oturuyordu. İnmemizi dile getirmemiştim, o da sonuçta geldiğimizin farkındaydı ama gerçekle yüzleşmeyi bekletiyordu, muhtemelen delicesine korkuyordu. Bu kez ben de korkuyordum, çünkü Nil'in nerede olduğunu bilmiyordum.

Sessizlikte Nil ile Karina'nın hayali çığlığını duymaya başlayınca tahammül edemeyip konuştum. "Korkuyor musun?" diye sordum.

"Hiçbir şeyden korkmadığım kadar," dedi.

Ne hissettiğini bilmem keşke ne hissettiğimi de bilmesi anlamına gelseydi.

"Oradaki Nil'se bilmek istemiyorum," dedi cansız bir fısıltıyla. "Orada incinen Nil'se bilmek istemiyorum, herkes oradakinin kim olduğunu bilsin ama ben bilmek istemiyorum. Son nefesime kadar onu aramak istiyorum, bulamayacak olsam bile."

"Yaşayabilir misin?" diye sordum, yanıma doğru bakıp sarıldığım son erkeğin yüzünü izlerken. "Girip bakmadan, Nil mi değil mi diye öğrenmeden yaşayabilir misin?"

"Onun incindiğini görmektense bilinmezlikle yaşamayı tercih ederim." Onun incindiğini söylüyor, öldüğünü söyleyemediğinden.

Vücudumu ona döndürüp dikkatini çekmek için elimi aramıza koydum. Parmaklarımı dakikalar önce tuttuğu el freninde gezdirerek, "Hadi Deren," diye fısıldadım. "İnip bakalım. Ben korkmuyorum. Çünkü onun Nil olmadığını biliyorum." Değil değil mi?

Gözleri elimin hareketini takip ettiğinde, parmaklarımın bir işe yaradığını düşündüm. "Sen de içeriye gelecek misin?"

"Gelmemi istemiyor musun?" İstemese de geleceğim.

"İstiyorum." Ama istiyor.

Bir işe yaramayacaktı ama gözlerine bakmak istedim. Bakışlarını elimden alıp yüzüme, gözüme baktı. Çatlak dudaklarım, kuru yüzüm, dağınık saçlarım... Aslında aklı yerinde olsa görebilirdi çok değer verdiğim bir şeyi kaybettiğimi ama yeterince göremiyordu, çünkü aklını bana tamamen veremiyordu. Beni tamamen göremiyordu. Beni tamamen hissetmiyordu. Elini kaldırıp bana doğru uzattığında beni ne kadar gördüğünü düşünmeyi kesip eline baktım ama o sırada elini geri çekmesine sebep olan bir şey yaşandı.

Utku arka koltuktan endişeyle seslendi. "Abi, girelim artık."

Doğru ya, o da buradaydı...

Deren genzini temizleyip kafasını salladı ama bir dakika daha arabadan inemedi, dizini sallamaya başlayıp gözlerini kapattı. Omzumun üstünden Utku'ya baktım, onun da yüreği yerinden çıkacak gibi görünüyordu. Benimle göz göze gelince hızla gözlerini kaçırdı, çünkü gözleri deli gibi dolmuştu.

"Utku, sakın kavga çıkarma," dedi Deren, araba kapısını açarken.

"Ben çıkarmayayım da seni kim durduracak?"

"Ben," dedim Deren gibi kapıyı açıp çıkmadan önce. Kapıyı çarpıp önünde durduğumuz Adli Tıp Kurumuna bakarken Karina ile ilgili anılar kafamın içinde süzülüyordu. Deren yanımdan geçtiğinde arkasından yavaşça yürüdüm. Üçümüzün adımları da geri gidiyordu, bu yüzden onlar da yavaş yürüyordu. Güvenlikten geçip binanın içine girdiğimizde, içerinin soğuk hissi beni sarmaladı. Sanki her yer cinayet ve ölüm kokuyordu.

"Alt kata inmemi söyledi adam," dedi Deren, ikimize de bakıp asansöre yönelirken.

Asansöre üçümüz bindik, içeride bir tane adam duruyordu. Üzerinde beyaz temizlikçi kıyafeti vardı. Deren'in önünde Utku'nun yanında, Nil'i düşünerek seri nefesler aldım ve asansör kapıları açılana kadar ensemde Deren'in kapkara gözlerini hissettim.

Kata ulaştığımızda eksi kat olduğu için çok basık ve dar olması duvarların üzerime yürüyormuş gibi gelmesini sağladı. Nalan ile Derya oradaydı, bir adamla konuşuyorlardı. Adam da beyaz önlüklüydü, adli tıp görevlisi olabilirdi. Üniformalı polis memuru öne çıkarak Derenle el sıkıştığında, Nalan ile Derya'da bu tarafa dönüp bize baktılar. Derya düşünceli görünürken Nalan korkuyla dolup taşmıştı, bu yüzden Deren'i görür görmez, "Ben girmek istemiyorum," dedi bağırarak.

Deren kaskatı şekilde ona bakarken, Utku'da küçümseyici şekilde Nalan ile Derya'yı süzüp, "Annesisin," diye tısladı, alçak sesle.

Nalan'ın gözleri tanıdığı bu genç adama kaydı ama hiçbir şey demedi. Haberin şokunu yaşıyordu. Gözleri donuk, suratı, mimiklerini kaybetmiş gibi bomboştu. Deren, "Bunu bana mı bırakıyorsun?" diye sordu Nalan'a. Adli tıp çalışanı, Deren'e doğru yaklaştı. "Nil'i bırakmadın ama bunu bana bırakıyorsun değil mi? Nil'in en zorlandığı anlardan hep kaçtın zaten sen, şaşırmıyorum."

Kelimelerin kalbe teması keskin olmuştu, karşısında olsam ve kızım hakkında bunlar söylense yumruklarımı suratına kavuştururdum. Aynı öfkeyi Nalan'da da gördüm. Deren gözlerini ondan sertçe çekip karşısına baktı ve içeriye girmeden önce iki derin nefes aldı, polis memuru, "Acelemiz yok," diyerek onu rahatlatmaya çalıştı. "Maktulün neden tanınamaz olduğunu size söyledim. Kendinizi hazırlayın."

Deren bunu söylememişti. Ne olmuştu da tanınamıyordu? O Nil ise ve tanınamaz haldeyse... Deren bir tek kendinin külleri kalana kadar yakardı bu dünyayı.

Nalan benimle aynı düşüncelerle gezerek, "Hayır," diye karşı koydu. "Bu noktaya gelmiş olamayız, Nil'i böyle kaybetmiş olamam..."

"Nalan, yine bayılacaksın," dedi Derya, geldiğimizden beri ilk kez konuşarak. "Mahvoldun artık, yeter!"

"Abi," dedi Utku ve Deren ileriye doğru yürümeye başlamışken durup arkasını döndü, yanımda dikilen kardeşine bakarken gözbebeklerinin korkuyla genişlediğini gördüm. Onun bakışlarında bu duyguyu ilk kez böylesine net görmenin etkisi, o yangını başlatan ateş olmuş gibi hissettim. Zorlukla yutkundu ve tekrar önüne dönmeden önce bana da baktı. Elimi istemsiz olarak aramıza doğru uzattım, eline mi dokunmaya çalıştım anlamadım ama Deren bunu göremedi, tekrar arkasını dönüp adli tıpçıyla beraber otopsi yapılacak odaya ilerledi. Etrafıma bakıp kimsenin yaptığımı görüp görmediğine baktım ve sonra başımı önüme eğerken, Nalan'ın ileriye atıldığını gördüm. Deren'i bileğinden sertçe kavradı ve Derya şaşkına dönerken, "Ben de geliyorum," dedi. "Sen babasısın, ben annesiyim. O bizim kızımız. Bunu birlikte yapmalıyız."

Birlikte yapmalılar... doğru.

"Ben de gelebilirim canım," dedi Derya ama Deren bu düşünceye nefret duyuyormuş gibi aniden ona bakınca adli tıp çalışanı araya girerek, "Yalnızca anne ve babası," diye ekledi.

Deren terleyen alnını elinin tersini silerken, ensesinde biriken ter damlalarını da gördüm. Adli tıp çalışanı kapıyı açtığında Deren ayakları geri gitmesine rağmen yavaşla ilerledi ve Nalan'da onun arkasından girince, içeriden gelen soğuk havayı yüzümde hissettim. Adli tıp çalışanı arkalarından girip kapıyı kapattı.

"Siktir, siktir," dedi Utku, ellerini yüzüne kapatarak. 

Nefes darlığı çekiyordum, Karina ile ilgili yaşadıklarım, göz açıp kapayıncaya kadar onu kaybedişim aklımdan çıkmıyordu. Kendimi, perişan halde emniyet ve hastane koridorlarında yürürken hatırladım. Aklımı kaybediyorum galiba, yeniden ama bu kez sonsuza kadar; belki bir gün yeniden Karina'yı görene kadar.

İçeriden bir çığlık duyduğumda yerimden sıçradım ve kendi çığlığım kulağımda yankılandı. Sırtım duvara çarpana kadar geriledim ve Utku dehşetle kapıya yaklaşırken, az önce girdikleri kapı içeriden açıldı. Önce Nalan, ellerini yüzüne kapatmış ağlayarak çıktı ve Derya hızla ona sarılıp, "N'oldu?" diye sorarken, Deren'de odadan ayrıldı.

"Abi?" dedi Utku.

Deren yanımıza kadar yaklaştığında teninin solgunluğunu bulanık gözlerimle gördüm. "O değil," dedi Deren, kardeşi ile bana bakarak. Kelimeler uçuruma sürükleyebilir, uçurumdan alabileceği gibi. "Nil değil."

Utku ellerini dizlerine doğru koyarak öne doğru eğildi ve sersem şekilde duvara yaslanarak gözlerini kapattı. Dudaklarından, "Tırtılım," fısıltısı döküldü ve Deren kendi kendine konuştu. "Nil değil ama küçük bir kız, Nil'in yaşında küçük bir kız çocuğu... Yüzü yanmış, kafası tıraş edilmiş, sadece birkaç tane saç vardı kafasında..." sesi titremeye başladı. "Nil değil ama Nil değilken bile böyle hissettiriyorsa..."

Nil değil kelimelerini bir daha duyduğumda sırtımı duvardan ayırdım ve Deren donuk gözlerle ilerisine bakarken, ona yaklaşıp kollarımı etrafına sardım. Onun bana sarıldığı şaşkınlıkla değil ama aynı sevinçle ellerimi belinin iki yanına koyup alnımı göğsüne bastırdım. İlk sarıldığımız kadar hızlı atan kalp atışlarını duyunca Nil ile Karina'nın hayali çığlıkları hafifledi. Deren ona sarıldığım anda gevşeyip başını omzuma doğru eğince, birbirimizi kısa süredir tanımamıza rağmen bu sarılma hiç yabancı hissettirmedi. Elinin birisiyle belimi, diğeriyle ensemi tutarak kulağıma doğru, "Çok kötüydü," diye fısıldadı. "Çok çok kötüydü Karmen."

"Geçti," dedim parmak uçlarımda yükselip kulağına konuşarak. Çok geçmemişti ama geçecekti. "Bu yaptığın en zor şeydi ama şimdi geçti."

Çok hızlı nefesler alıyordu, boynumu yakıyordu. Ensemi kavrayan elinin içiyse terlemiş olmasına rağmen buz gibiydi. Acaba beni tuttuğunu, bana sarıldığını biliyor muydu? Bir yaz kadar sürse demedim ben ama sanki bir yaz kadar sürecekmiş gibi beni bırakmadan omzumda sakinleşmeye çalışan nefesler alırken, vücudumda birinin daha dokusunu hissettim. Utku ikimize birden sarılmıştı.

"Göz yaşartıcı," dedi Derya.

Avuç içlerimi Deren'in tişörtüne silip geriye çekildiğimde, elinin ensemden kayışını hissettim. Belimdeki dokunuş kayboldu ve geriye çekildiğimde, Utku abisine daha sıkı sarıldı. Deren'in kolunun yanından bize laf atan Derya'ya baktım, Nalan'a sarılmış olmasına rağmen bana doğru bakıyordu. Nalan'da afallamış şekilde göz kırpıştırıyordu, gözlerinden yaşlar akarken bizden tarafa bakıp bir şeyleri anlamaya çalışıyor gibiydi.

"Nil olmadığını biliyordum, biliyordum işte!" Dedi Utku, Deren'den ayrılıp gerilerken. Yüz kasları gevşemişti, oradaki Nil olmadığı için mutluydu. Fakat bir çocuktu... Karina ve Nil kadar küçük bir çocuktu. Yüzünün nasıl yandığı hakkında düşündüm, saçında yalnızca birkaç tutam kalmıştı demek. Kim onu bu kadar incitmişti? 

"Biz kızın ailesini aramaya devam edeceğiz, geldiğiniz içim teşekkürler," dedi polis memuru, Derenle el sıkışırken. Sonra Nalan'a dönüp baş salladı. "Siz de çok etkilendiniz ama bunları yapmaya mecburuz."

Deren kafasını, hâlâ kendinde olmayarak salladı ve sonra Utku ile bana doğru baktı. Yutkunup elimi kısacık saçımdan geçirirken, Deren Utku'nun sırtına vurarak, "Gidelim," dedi.

Utku, "İyi misin?" diye sordu ona.

Deren sadece kafa sallayıp asansöre yürümeye başladığında, Utku ile göz göze geldik ve ardından ilerlemeye başladık. Deren'in açık bıraktığı asansöre girerken üzerimde gözler hissedip son kez arkama baktım. Nalan dik dik bana bakıyordu.

Artık kartlarını daha açık oynuyordu.

Kapılar kapandığında Utku ile birbirimize baktık. Deren arkamızda dikiliyordu, kalbinin çarpışını sanki sırtımda hissediyordum. Asansörde hiç konuşmadık, Utku dönüp dönüp abisine ve sonra da bana bakarak nabzı tarttı. Sanki abimle konuşayım mı dercesine bakınca, kafamı iki yana salladım. Gözlerini kapatıp fikrimi onayladı.

Adli Tıp Kurumundan çıktık ve arabaya giderken rüzgârın karıştırdığı saçlarımı sertçe ittim. Arabaya binerken yine aynı yerlerimize yerleştik fakat Deren arabayı hemen kullanmadı, bir süre direksiyonu tutarak ön camdan görünen Adli Tıp Kurumuna baktı. Sanki aklına burası kazınıyordu. Düşündüklerim sese döküldü ve kendi kendine, "Kızımı görmek için buraya geldiğimi asla unutmayacağım," dedi. "Nil'e benim iznim olmadan dokunan herkesin canını okuyacağım."

Camdaki yansımama bakarak gözlerimi kapattım. Arabanın caddede sertçe ama kolayca kayışını hissederken, "Derya'nın alıp saklamadığına nasıl inanıyorsun abi?" Dedi Utku. "Nil'den kurtulmak istemiştir."

"Hayır, onu organ kaçakçısı kaçırdı," dedi Deren, bana inandığı için. "Onun pembe mont giydiğini söyleyen tek tanığa inanıyorum."

Utku o tanık olduğumu bilmiyordu, abisiyle ilişkimizin tamamen duygusal olduğunu sanıyordu. Deren'in camın üstüne düşen gölgesine bakarak yüzündeki kini izlerken, "Bulalım o adamı," dedi Utku. "Öldürelim onu."

"Arıyorum, arıyoruz." Işığa takıldı ama durmadan ilerledi, sol caddeye girerek kestirmeyi kullandı. "Bir ipucu var, seni bıraktıktan sonra oraya gideceğim."

Deren polisten yeni bir bilgi mi almıştı? Onunla gitmem gerekiyordu, bunu sağlamalıydım. Cebimden telefonumu çıkarıp baktım, Gece'den hâlâ haber yoktu. Nil'den de. Telefonu geri koyarken, "Ben de geleceğim," diyen Utku'yu duydum.

"Hayır," diye sertçe karşı çıktı Deren. Karşı koyulamaz, itiraz edilemez bir ses tonuydu.

Utku ellerini sıkarak başını önüne eğdi ve araba boş caddede ilerlerken, gözlerim Derenle bir araya geldi. Ona baktığımda sarıldığımızı hatırladım. Ellerimi, onun vücuduna sürtünen kollarımda dolaştırdım ve Deren'de ağır ağır kollarıma bakarak yutkundu, önüne döndü. 

Araba, yaşadıkları sokağa girip evin önünde durduğunda Utku şansını denemek isteyerek, "Abi, ben de geleyim," dedi ama Deren'in ona dikiz aynasından bakması yetti, Utku bir daha ısrar etmedi. Kapıyı açıp dışarıya çıkarken, "Yabancı birisinin geldiğini görürsen beni ara," dedi Deren.

Utku kapıyı çarpıp eve yürüdü ve Deren hareket etmek için onun eve girdiğinden emin olmayı bekledi. Arabayı bu kez diğer sokağa doğru kırıp ilerlerken, "Evin nerede?" diye sordu.

"Seninle gelmek istiyorum," dedim.

"Bu kadarına gerek yok. Bana Nil için yeterince yardımcı oldun."

Kendim için yapıyorum.

"Adamın Nil'i kaçırdığını gören benim. Eğer adamı görürsek direkt tanırım Deren." Omzumun üzerinden ona bakıp yüzümü yumuşak tuttum. "Nil'in adını söylerken sesinin yumuşaması kulağa çok güzel geliyor biliyor musun?"

Kaşlarının yukarıya kalkmasını izledim, bir an dikkati dağıldı ve bana gözlerinin ucuyla bakarak, "Adımı söylerken sesinin yumuşaması gibi mi?" dedi.

Dik dik baktım. "Öyle bir şeyin olduğunu sanmıyorum."

Bana bakmaya devam ederek, "Adımı söyle," dedi.

Parmağımı bileğime doladığım kurdelenin üzerinde dolaştırarak, "Beni götürürsen derim," dedim.

Boğazından alçak sesle bir gülüş çıkınca dudağımın kenarı kıvrıldı. "Tamam," diye kabul etti. "Götüreceğim. İsmimi söyle."

"Deren," diye fısıldadım ona bakmadan ve isminin dudaklarımdan dökülüşündeki yumuşaklığı kendim de fark edince kaşlarımı çattım. 

"Peki... Şimdi seni nereye istersen götürürüm."

Bir daha, "Seninle gelmek istiyorum," dedim.

Bu kez ışıkta durdu ve yanmasını beklerken, parmaklarını direksiyona vurmaya başladı. Bacaklarım uyuştuğu için oturuşumu düzelttim ve kafamı kaldırdığımda onunla göz göze geldim. Bana dikkatle bakıyordu ve yakalandığında hemen bakışlarını önüne çekti, bense onun aksine dik dik sağ profiline bakıp uzun, gölgesi düşmüş kirpiklerini izledim. "Gözlerini kaçıracak bir adama benzemiyorsun," dedim.

"Kaçırmadım," dedi.

"Bakamıyorsun," diye fısıldadım, uzanıp arabanın tavan lambasını yaktığımda. Işıkta uykusuz gözlerini kısıp yüzünü buruşturdu. "Karşı koyuyorsun."

"Karşı koymuyorum." Yutkunarak uzandı ve arabanın tavan lambasını kapattı.

"Işığı neden kapattın?"

"Yola odaklanmak için," dedi.

"Ya da bana odaklanmamak için," dedim gözlerimi çekip önüme dönerken.

Bir şey demeyişi uzun bir sessizliğin başlangıcı oldu. Arabayı, daha önce görmediğim bir yere doğru gece karanlığında sürdü. Nil'in nerede olabileceğiyle ilgili içinden çıkamadığım düşünceler başımı zonklatıyordu, başımın ağrısıyla şakaklarımı iki yandan tutup gözlerimi yumdum. Tekrar gözlerimi açtığımda arabanın yavaşladığını hissetmiştim. Camdan dışarıya bakarken Deren arabasını tamamen durdurup, "Şu kadın," dedi, ileriyi göstererek. "Birkaç kez o adamla... Feda ile görülmüş. Polis memurları kadının da kaçırılan çocuklarla bir bağı olduğunu düşünüyor. Kadın bir ara sahte raporla doktorluk yapmış, yatıp çıkmış."

Gösterdiği yere doğru alıcı gözlerle baktım. Kaldırım kenarında, arabaya doğru eğilmiş, içerideki şoförle konuşuyordu. Üzerinde sahte olduğunu düşündüğüm bir kürk, upuzun çizmeler, mini etek vardı. Saçları kabartılmış, omuzlarından aşağıya dökülmüştü. İşveli gülüşüne bakarken, "Para da mı anlaşmaya çalışıyorlar?" diye sordum.

"Evet. Fakat anlaşamayacaklar. Biz arabaya davet edeceğiz kadını." 

Camını indirerek hafifçe kornaya bastı. Kadın sesi duyunca bu tarafa doğru başını kaldırdı, şoför koltuğundan önce arabanın markasına baktı ve bu tarafa yürümeye başladı. Öndeki adamın arabasından korna sesi geldi ama kadın umursamamıştı. Yaklaşarak Deren'in açtığı camdan kafasını uzattı ve siyah saçları görüşümü kapladı. Beni gördüğüne de şaşırıp, "Merhaba canım," dedi Deren'e.

"Merhaba güzelim," dedi Deren, rahat bir sesle. Kadın parmağını göğüs dekoltesinde gezdirerek gülümserken, "Arabaya gelmez misin?" diye sordu Deren.

Kadın yanında oturan bana bakıp, "O ne olacak?" diye sordu.

Deren omuz silkti. "O da bize katılır."

Kadın hafif bir şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı, düşünüp tartıyormuş gibi beni süzüp, "Katılmasın ama izleyebilir," dedi.

Tepki vermemek için ağzımın içindeki dişlerimi sıkarken, Deren göz kırpıp arka koltuğu gösterdi. "Orasına bakarız. Hadi, bin."

Kadın kıkırdayarak arka koltuğun kapısını açınca içeriye yoğun parfüm kokusu girdi. Otuz yaşlarının ortalarında görünüyordu. Fiziği ve yüzü çok güzeldi. Arka koltuğa oturduğunda Deren arabayı çalıştırdı ve kadın öne doğru eğilerek, "Bir yere mi gidiyoruz?" diye sordu. "Arabada yapmayacak mıyız?"

"Onunla yatmayacaksın," dedim kadına ve arkama dönerek onunla göz göze geldim. Üstüne doğru yönelmemle beraber kaş çatıp huzursuzlanınca, "Feda'dan bahset," dedim direkt.

Gözbebekleri kocaman açıldı ve ağzından kesik bir nefes bırakıp koltuğunda geriye kaçtı. Deren arabayı yan sokağa çevirip durduğunda, kadın her ikimize de bakıp, "Artık onunla görüşmüyoruz," dedi.

"Yalanı söyloeme," dedi Deren, benim gibi arkasına dönerek. Yüzünü yanımda hissedince teninden kalkan ölüm soğukluğu da kalbime doğru esti. "Sahte diplomayla doktorluk yapmışsın. Yakalanınca hapse girip çıkmışsın. Sonra da söylenenlere göre Feda'nın kaçırdığı çocukları sen ameliyat ediyormuşsun. Her birinin organlarını sen çıkarıyormuşsun, birçoğunun da ölümüne sebep oluyormuşsun."

Panikli gözler arayışla etrafına baktı ve sonra kafasını iki yana sertçe salladı. "Bu dediklerin olsa şu an hapiste olurdum değil mi?"

"Ben de adam öldürdüm ama hapiste değilim," dedi Deren, kelimelerin arkasında sinsi bir tehdit gizliydi. "Bilmem açıklayıcı oldum mu?"

Kadın için yeterince açıklayıcı olduğu açıktı, ikinci kez inkâr etmeye kalkışmadı. "Polis misiniz?" diye sordu.

"Hayır," dedi Deren. 

Düşünüyorum da... Acaba bu kadın Karina'yı gördü mü? Ondan bir şey çaldı mı?

Karina'nın ölmeden önce organını alan kadın bu muydu? Çünkü ölüm raporunda bu da yazıyordu.

Eğer öyleyse hemen öldürürüm onu.

"Ben... Eskiden yapıyordum, artık Feda ile çalışmıyoruz," dedi hızlıca. "Bir alakamız kalmadı, görüşmüyoruz dahi! Ben o işle bağlarımı kopardım, o çeteden uzak duruyorum."

"En son kimden ne çaldın?" diye sordum, gözlerim dönerken.

"Hı?" Dedi kadın açık açık sormama şaşırıp bana doğru bakarken. "Ben... Sadece ameliyat ediyordum, onları öldürmüyordum."

"Dalga mı geçiyorsun?" diye bağırdım hiddetlenerek. Onunla ben aynı mıyız? İkimiz de kimi yaktığımızı umursamıyor görünüyoruz. "Sen onlardan organlarını aldığında ölmüş oluyorlar zaten geri zekâlı! O kadar küçük çocuklar organları olmadan ne kadar yaşayabilirler? Çocuk katilisin sen, farkında mısın?"

Hakarete uğramış gibi hissediyor görünüyordu. Benden biraz uzaklaşıp, "Dediklerine dikkat et, saçlarını yolup eline veririm," diye çemkirdi.

Gözlerim döndü ve Deren'in belinde olduğunu bildiğim silaha bir saniye içinde uzandım. Sonraki hamlem silahı kadının suratına doğrultmak oldu ve arabayı ölümcül bir sessizlik esir aldı. Deren'in yoğunlaşan bakışlarına kıyasla kadının bakışları korkuyla büyüyüp bir delik gibi açıldılar. Silahı suratına sallayıp, "Sen benim saçlarıma dokunana kadar ben seni kurşuna dizerim geri zekâlı," dedim. "Bana söyle. Onunla çalışmayı ne zaman bıraktın? İki hafta önce mi? Bir ay önce mi? Bir sene önce mi?"

"Ben... Beş aydır çalışmıyorum onunla, tamamen bağlantımı kestim!"

Beş ay... O zaman Karina kaçırıldığında hâlâ onunla çalışıyordu ve Karina'nın organını bedeninden bu kadın çıkarmıştı. Onu incitmişti. Karina'ma zarar vermişti. Onun olan şeyi almıştı, hatta belki de o boğmuştu?

Parmağımın tetiğe değdiğini hissettim ve aynı zamanda Deren silahın namlusunu kavrayıp silahı aşağıya indirdi, yüzüme yaklaşıp kısık bir sesle, "O değil," diye fısıldadı. "Nille bir bağlantısı yok görünüyor."

Sinirle ona dönüp dolu dolu gözlerle baktım. "Doğru söylediğine neden inanıyorsun Deren? Yalan söylüyordur! Bir çocuk katili o, her şey beklenir ondan."

Gözlerime bakarken yüzündeki o kinden, nefretten geriye anlamak istiyormuş gibi görünen bir adam kaldı. Gözlerimdeki yaşları izleyip, "Yalan söylüyor olabilir," diye katıldı bana. "Ama bunu onu vurarak öğrenemeyiz."

Silah ellerimiz arasında dengesizce dururken, "Doğruyu söylüyorum," diyerek söz aldı kadın. "Feda hâlâ çocuk kaçırmaya devam ediyor ama ben ona yardım etmiyorum. Ona yardım etsem buralarda sürünür müyüm?"

Deren, gevşeyen elimden silahı tamamen alıp aramıza koyduktan sonra kadına döndü. "Sana acımasızca ama gerçek bir şey söyleyeceğim. Seni öldürsem kimsenin katilini aramak için üstün bir çaba sarf etmeyeceğini biliyorsun. Pisi pisine ölmek istemiyorsan bana doğruyu söyle, son zamanlarda onunla görüştün mü? Kaçırdığı bir çocuğa şahit oldun mu?"

"Hayır!" Dedi hemen. "Son yaptığı şeyleri bilmiyorum."

Kadının yüzünü, onu öldürmek için zihnime kazırken, "Peki nerelerde takılır?" diye sordum. "Bunları biliyorsundur."

"Ben nereden bileyim! Beni sadece ameliyat olduğunda arıyordu. Paramı alıp yoluma bakıyordum." Aramızda duran silaha doğru bakıp sesini kıstı. "Karda yürür izini belli etmez o, bunca zamandır o yüzden yakalanmıyor zaten. Öyle paspal göründüğüne, sokak aralarında çocuk dilendirdiğine bakmayın. Deli gibi parası vardır, organları zengin ailelere, yurt dışındaki insanlara satıyor. Babası da Rusmuş, iletişim ağını zamanında o sağlamış."

Deren düşünceli şekilde direksiyona vurmaya başlayıp elini saçları arasından bir kez geçirdi. Bunlar tahmin ettiği şeylerdi, benim de Karina'yı ararken öğrendiğim şeyler. Karina ile ilgili bir gerçeği daha öğrenmiştim, bu kadının peşini artık bırakmayacaktım.

"Seni ancak bir şartla bırakırım," dedi Deren, kadına bu kez dikiz aynasından baktı. "Seni bir daha burada bulabileceğime söz verirsen."

"Hep buralardayım, size yardımcı olurum," dedi. "Eğer Feda benimle iletişime geçmeye çalışırsa da size haber veririm."

"Hayatının üzerine verdin bu sözü, unutma."

Deren tuşa dokunup araba kapılarını açtığında kadın çıkan sesi takip ederek kapılara baktı ve sonra hızlıca dışarıya çıktı. Kapıyı kapatıp etrafına baktıktan sonra topuklu çizmeleriyle sokağın diğer ucuna koşmaya başladı. Aynalardan onu izleyip karanlıkla bütünleşip yok olmasını izledim. 

Kaçarak gitmişti, çok korkmuştu. Beni arabanın içinde tutan şey, onu bir daha burada bulacak olmamdı. Yanımda Deren varken bir şey yapamazdım. Gerçekten o mu yaptı? Kızımın böbreğini çaldı. Kime verdi? Ne yaptı?

Nasıl acı çekti acaba? Çok ağladı mı?

Deren, "Karmen," dediğinde gözlerimi aynalardan çekip donuk şekilde önümde tuttum. Koltuğunda dönüp vücudunu bana doğru yaklaştırırken, "Kadına neden o kadar gıcık oldun?" diye sordu. "Yoksa beni mi kıskandın?"

"Ne?" diyerek döndüm ona ve sorduğu soruya hayret edip aniden kahkaha attım. Gözlerimin kenarlarından ıslak damlalar süzülürken, Deren'in kaşlarını sertçe çattığını gördüm. Kafamı gülerken arkaya koydum ve saçlarım siyah deri koltuğa saçılırken, gülüşümü durdurmak adına dudaklarımı kemirmeye başladım. "Seni mi kıskandım? Cidden mi? Nasıl öyle sanabilirsin?”

Kızmış göründü ama gözleri sürekli saçlarımda dolanıyordu, gözlerime ara ara uğruyordu. Sanki saçlarım bakması için dikkat çekiyordu. Bana biraz daha yaklaşınca yüzlerimiz hizalandı ve uzanıp araba tavanının lambasını açtı, aydınlanan yüzümdeki bölgelere ağır ağır baktı. "Tavan lambasını yaktın?"

"Sana odaklanabilmek için," dedi, boğazını bir kez temizlemeden önce. Yutkunup yüzümün aşağısına doğru bakınca, dişlerimi dudaklarımdan çekip sıcak bir nefes bıraktım.

"Bana ayıracak vaktin yoktu ama beni izliyorsun?" Dedim, yanağımı koltuğa yaslarken.

"Vakit durdu sayalım." Tavan lambasından indirdiği elini yanağıma değdirince ikimizin de soğuk tenleri arasındaki kıvılcımları hissettim. Kahkaham ona güldüğüm anlardan birisi olarak geçmişe gömülürken, kirpiklerimi indirerek yanağıma değen birkaç parmağına baktım. "Tenin buz gibi." İzin verdiğimi, yaklaşmasını istediğimi anlayarak yüzünü yanağıma sürttü ve boynuma doğru alçaldı kafası. "Ama gözlerinin alevi yeter."

Ona yaklaştırma dürtümü bastırmaya çalıştım. "Ne için yeter?"

Başını tamamen omzuma bırakıp sert bir nefes aldı. "Kızım gibi kokuyorsun."

Gözlerimi kapattım ve sol elini belime geçirip etrafıma dolarken, boynumda titrek bir nefes verdi. Kalbinin atışını hissediyordum, belki de bana yaklaştığı için bu kadar hızlı atıyordu. Ellerimin paniklediğini fark ettim, ikimiz arasında yumruk halinde duruyordu. Sonra yersizce ellerimi üstüme doğru dökülen tişörtüne uzatıp sıkıca kavradığımda, Deren daha boğuk bir solup aldı. "Niye bu kadar yakınlaştın?" diye sordum.

"İstedim," dedi.

"Çok netsin," diye fısıldadım gözlerimi açarak. Direkt tenindeki soğuk terler gözüme çarptı ve dudaklarım sol tarafımda olan kulağına doğru yaklaştı. Dudağımı kulağına değdirerek, "Ama hani, sadece kızına karşı açık yürekliydin sen?" dedim. 

"Sen benim dediğim hiçbir şeyi unutmaz mısın?" Belimin kenarını samimi şekilde okşadı.

"Cık, unutmam.”

"Niye?"

"Sen dediğinde aklımda kalıyor."

Kendi söylediğime kaşlarımı çattım. Neden söylediğimi bile bilmiyordum. Derya onun tetikçe olduğunu söylemişti ama aksine, Deren bana çok merhametli geliyordu. Belki de kızına karşı duyduğu şefkati derinden hissetmemle alakalıydı. Ne kadar soğuk görünürse görünsün, dokunduğum teni ne kadar elimi üşütürse üşütsün sırf Nil'e duyduğu şefkat yüzünden sıcak bir insan gibi hissettiriyordu.

O sırada tekrardan, "Beni kıskandın mı?" Diye sordu.

"Belime neden bu şekilde dokunuyorsun?" diye sordum.

Ürperdiğini fark ettim. "Her şeyi açık açık sorar mısın?"

"Canım istediğimde," dedim, geriye çekilip yüzüne bakmaya çalışırken. O kafasını çok uzaklaştırmamıştı, bu yüzden yüzlerimiz neredeyse yan yana duruyordu. "Hoşuna gitmiyor mu? Sen sadece yatağa sessizce girer ve işimi bitirip yoluma bakarım tarzı bir adam mısın?"

Belimi bırakıp yüzümün yanına düşen bir tutam saçı kulağımın arkasına koydu. "Sadece seni tuttum, belinden... Bundan seninle yatmak istediğimi mi çıkardın?"

"Yalansa yalan de."

Kendinden emin konuşmam hakkında ne düşünmesi gerektiğini bilmiyormuş gibi gözlerini kısıp dudaklarını da birbirine bastırdı. Başını eğip tişörtünü tuttuğum ellerime baktıktan sonra her iki elimi de tuttu. İki elime birden bu şekilde ilk kez dokunuyordu, dokunuşunda özgüven ve keskinlik vardı. En kısa parmaklarım titreyince ellerimi avuçlarının içine alıp, yaralı olanı kaldırdı. Dudaklarını, hâlâ acıyan elimin üstüne hafifçe bastırdı. "Küçük senin ellerin, bir de zayıf... Öyle duvara falan vurma, ağır incinir."

Sesi, Nil'den bahsettiğindeki gibiydi. Daha hassas, derinden. Elime bitişik duran dudaklarına, kızarmış elime bakıp hafifçe gülümsedim ve sonra irkildim, kafamı iki yana sallayıp gülümsemeyi kestikten sonra, "Benim canım tatlı değildir, pek umursamam," dedim.

"Belki başkası umursar," dedi dudağını titreyen küçük parmağıma sürterek. Kirpiklerinin arasından gözlerime yeniden bakınca, ikimizin de birbirimize bu şekilde kontrolsüzce yaklaşmasının şaşkınlığını yaşadığını fark ettim. İçlerinde kıvılcımların olduğu gözlerini kapattı ve elimi aşağıya indirip dizlerime koyarken, sertçe yutkundu. Ellerimi içe doğru kıvırdım ve o benden uzaklaşıp koltuğuna geri yaslanırken, sadece dudaklarını temas ettirdiği yerde sıcaklık hissettim. Baştan aşağıya buz gibi olan tenimde bir tek orası sızlayarak yanıyordu.

Motorun sesini duyunca kendimi toparladım. Arabayı çalıştırmaya başladığında gözlerini ön cama odaklayıp ara sokaktan sıyrıldı. Dizlerimi birbirine yaslayıp elimi enseme attım, hafifçe terlemiştim. İşleri yolunda tutamamıştım, her şey karışıyordu. Soğukkanlılığımı korumaya çalıştığım sırada, "Evin nerede?" diye sordu Deren.

"Arabam evinin orada, seninle geleyim, sonra tek dönerim."

Gözlerini dijital radyosuna kaydırdı. "Çok geç oldu."

"Endişeleniyor musun?"

"Evini söyle Karmen."

Daha fazla itiraz etmem dikkat çekebileceği için ona evimi tarif etmeye başladım. Sitenin önünde bırakıp giderdi. Daireme kadar çıkmazdı, hiçbir şey görmezdi. Arabayı tarif ettiğim şekilde kullanmaya başladığı sırada telefonu çalmaya başladı. Açtı. "Evet?"

"Deren Ateş," dedi hattın ucundaki kayıtlı olmayan numara. Sesin robotikliği karşısında duraksadım, ses yapaydı ve direkt kişinin ağzından çıkmıyordu. Her kimse, tanınmamak için sesini bir makine ile değiştirerek konuşuyordu. "Değil mi?"

Deren arabayı sertçe durdurup telefonu dizinden aldı ve ekrana bakarak, "Evet?" dedi sorarcasına. "Sen kimsin lan?"

"Önemi yok. Kızın hakkında arıyorum." Deren'in telefonu tutan eli sıkılaştı. Dikkat kesilip telefona eğildim ve adam konuşmaya devam etti. "Kendisi şimdi yanımda."

Kalbim o kadar hızlı attı ki, beynimde bir titreme hissettim. Soğukkanlı kalamadım, panikle soluyup bunun gerçek olma ihtimalini düşündüm. Deride yeni bir yara daha düşündüm Deren'in sessizliğini, kalpte bir kesik daha... "Yaa, demek kızım yanında?" dedi önce alçak sesle. "Allah'ın geri zekâlısı, sen kendini ilk mi sanıyorsun?" Sesi şiddetlendi ve arabanın içini dolduran bağırtılara dönüştü. "Her gün telefonum bu yalan konuşmaya şahit oluyor, yeterince dinledim bu siktiğimin yalanını! Her kimsin bilmiyorum ama bilmek istediğimde öğrenir, seni dünyanın göt deliğine sokarım. Şimdi telefonu kapat ve bir daha kızımı da beni de aklından geçir..."

Deren konuşmasını bitirmek üzereyken, "Babacığım," diyen boğuk, belli belirsiz sesi duyup gözlerimi irileştirdim. Deren'in de öfkeyle saçtığı nefesi kesildi ve ekrana bakarak kaşlarını kaldırdı. İdrak etmeye birkaç saniye ayırıp ardından, "O Nil miydi?" diye sordu, soğukkanlılığını kaybedip.

"Evet, o. Şimdi inandın mı?" dedi adam, aynı robotik sesle. O kız çocuğu sesini bir daha duymayı beklerken aklımı kaçıracağım şeyler düşünmeye başlamıştım. "Yanımda, benimle. Biraz acıktığını söyledi, ben de babasını arayacağımı söyledim. Herhalde kızının karnını doyurmak için onu benden alacaktır."

Bu Yaman mıydı? Nil'i bu yüzden mi almıştı? 

Para koparmaya çalışıyordu şerefsiz.

Deren'in yüzüne yansıyan endişe, daha da öfkelendirdi beni. "Kızımın sesini bir daha duymak istiyorum," dedi, bir yere saldırmak istediği için de direksiyonu öfkeyle kavradı. "Benimle konuşursa ancak öyle inanırım."

"Geçen gün seni onunla konuşturdum," dediğinde beynimde şimşekler çaktı. O yapmadı, bunu ben yaptım! "Sessizce, yalnızca sen ve ben bitireceğiz bu işi. Yarına kadar, sahip olduğun tüm mal varlığını nakite çevirip bana getireceksin. Ben de karşılığında Nil'i sana sağ salim teslim edeceğim. Her şeyini ver, her şeyini al."

Nil'i ona ben mecbur bırakmıştım, Deren'i bu duruma sürüklemiştim. Nil'i kaçırıp Deren'in tüm her şeyine sahip olmaya çabalıyordu. Hiddetle Deren'e döndüm, sinir kriziğinin eşiğindeydi. Kızın sesi çok net değildi ama gerçekten Nil'e benziyordu. Deren'i bu ve geçen akşamki arama kuşkuya düşürmüştü. Küçücük bir ihtimal bile onu delirtmeye yeterdi, inanırdı. 

"Bu yaptığın hırsızlık," dedi Deren, gözlerime bakarak.

"Bir anlaşma yapıyoruz. Paranı kendin, ellerinle getirip bana vereceksin, buna hırsızlık diyemeyiz." Küfürlerimi dilimin altında saklayıp Derenle bakışırken, Yaman'ı nasıl bulacağımı düşünüyordum. "Sahip olduğum tüm parayı istediğim adrese kadar getireceksin. Sakın aklının ucundan bana iki üç milyon getirmeyi, kandırmayı geçirme. Gazetelerde, kanallarda senin hakkında hiçbir şey yok fakat ben senin hakkında bazı şeyleri öğrendim. Öğrendiklerime göre iyi paran var, gerçekten iyi... Onları yarın bana getir, ben de Nil'i, canı hiç acımadan sana teslim edeyim."

Evet, Deren özel koruma olduğu için Nil kayıp olmasına rağmen gazetelerde, ekranlarda, haberlerde görünmüyordu. Birçok kişi Nil'in babasını Derya sanıyordu hatta. Fakat kamuoyuna paylaşılan numaralardan bir tanesi Deren'e aitti, bu yüzden ona ulaşabiliyorlardı. Deren hakkında bilgilere ulaştıysa sıradan birisi değildi, bu yüzden gerçekten Yaman olabilirdi. Şofördü ama Gece'nin babası onu, karanlıktan bulup seçmişti aynı zamanda kızını korusun diye.

"Nerede buluşacağız?" dedi Deren, gözlerini yenilgiyle kapatarak. Küçük bir ihtimali denediğini biliyordu, emin değildi ama eğer denemezse bir saniye bile gözlerine uyku girmeyecekti. "İçimden bir ses beni kandırdığını söylüyor, benimle eğlendiğini... Ama yine de geleceğim, ne istersen de vereceğim. Öncelik benim olacak, önce Nil'i alacağım, sonra parayı vereceğim."

"Buluşacağım adresi son dakika söyleyeceğim, polisleri çoktan hazırlamış olmaman için." Bu bilgiyi verirken yaptığı uyarıdan sonra arama sonlandı. Deren hattın düştüğünü anlayınca tuttuğu, "Orospu çocuğu," küfrünü dişleri arasından bırakıp direkt son arananlara girdi. Numarayı kopyalayıp bu kez WhatsApp'a girdi. Numarayı, daha bu sabah saatlerinde konuşmuş olduğu, erkek profili olan numaraya attı ve altına derhal araştır, yazdı. 

"Polise gidecek misin?" diye sordum.

"Gitmeliyim, aklım varsa polise gitmeliyim..." telefonu iki koltuğun arasındaki yere bırakıp derhal araba camına uzandı, içeriye giren havaya ihtiyacı var gibiydi. Elini soğuk soğuk terler döken alnıma götürüp şakağını sertçe ovaladı. "Ama Nil'in beni aradığını kamuoyuyla paylaşmadık. Bu adam nasıl bilebilir? Ya doğruyu söylüyorsa?"

Siktir. Bu arama şimdi olmasaydı yalan olduğunu, birisinin ona numara çevirdiğini söylerdim fakat Yaman yapıyor olabilirdi. Polise gitmesini istemiyordum, bu durumları daha da karıştırırdı. "Bence gitmemelisin Deren," diye fısıldadım, gözlerine bakıp elimi dizine koyarken. "Ya polise gittiğini görüp Nil'e zarar verirse?"

Nil'e zarar vereceğini düşünmüyordum ama emin değildim. Polise giderse her şey kaosa dönüşürdü, Yaman panikleyip Nil'i incitir ve yaşanılanları anlatırdı. Nil'i incitmesi daha yaralayıcı olan ihtimaldi. Bu ihtimal çok yakınımdaydı, boğazıma sarılıyordu, arabanın içinde ikimiz birden nefes alamıyorduk. Birbirimize aynı anda iyi geldiğimiz bir olacak mıydı acaba? Birimizden birinin diğerini incitmediği bir an?

"Ya gerçekten kızımsa ve onu bana teslim edecekse Karmen, yarın kızıma kavuşacaksam?" Ve yanında otururken öyle olmasını istediğimi sanıyor ama öyle olmasını istemiyorum. "Eve gidip tıraş olmalıyım, sakallarım ve saçlarım uzadı. Nil beni daha önce hiç böyle görmedi. Garipser, korkar..."

Kendi söylediklerine kendisi katıldı ve başını sallayıp arabayı çalıştırdı. Hızlı düşünüp bir an önce eve gitmeyi bekledim. Deren arabayı söylediğim adrese doğru heyecanla sürerken, "Bir şey söylesene," dedi bana dönerek. "Tamam, küçük bir ihtimal ama belki gerçekten Nil'e kavuşabilirim. Sen inanmıyor musun?"

Nil ben de olsaydı ona bunun imkânsız olduğunu, birisinin onu soymaya çalıştığını söyleyip gitmesini engellemenin yollarını arardım. Fakat şimdi... "Doğru olabilir," diye fısıldadım. "Neden olmasın?"

Gözlerinin ışıltısı zayıf ve derinliğin çok altındandı. Fakat umut, ufacık bir kapı deliğinden bile sızar, yeter ki sözcükler sana istediğini söylesin. Bu gecenin ağırlığını omuzlarımda hissederek gözlerimi ondan alırken, Deren'de önüne bakarak, "Sadece para," dedi. "Kızıma kavuşma ihtimalinin yanında değeri ne ki? Hiç."

Yaman Nil'i gerçekten getirirse? Yaptıklarımı söylemese, kimse benim suçlu olduğumu bilmese bile ben tekrardan nasıl o adamı bulmaya bu kadar yakın olacağım? Deren inanmıştı, organ kaçaçısı Feda'yı bulmaya çalışıyordu. Mesela kadını bulmuştu, bir süre sonra onu da bulabilirdi, Karina'nın ruhu da huzura kavuşurdu. Fakat şimdi her şey başa döndü, hem de yanımda olduğunu düşündüğüm birisi yüzünden.

Madem Karina'nın katillerini bulup öldüremiyorum, ben de bunu engelleyen Yaman'ı öldürürüm.

"Sen çok yorgun görünüyorsun," dediğini duydum Deren'in ve arabamın, sitenin önünde durduğunu gördüm. Bir sürü apartmanın ve konutun olduğu siteye doğru bakarak yanıma döndüm, gözleri üstümde olan Derenle göz göze geldim. "Arabanı yarın ben getiririm istersen sana."

"Niye yapasın?"

"Sen benim için birçok şey yaptın."

Dudağımın kenarını hafifçe kıvırdım ve Deren'in gözleri yanağımdaki küçük değişikliğe kaydığında, "Hayır," dedim. "Getirmene gerek yok. Yarın sana geleceğim, beraber gideceğiz."

Madem Nil artık ona geri dönecekti, kendim için son bir şey yapacaktım. Onların kavuşmalarını uzaktan izleyecektim. "Peki," dedi, reddetmek için de bir nedeni yoktu zaten. "Yarın bana gelirsin. Ben zaten uyuyamam heyecandan, yarını beklerim."

Duygusal boşluğa alındım, soğukkanlılığımı kaybettim. Yarın Deren Nil'e kavuşursa her şeyi boşa yapmış olacaktım, Karina'nın katillerini bulamadığım gibi Nil'i de bir defa bile göremeyecektim. Deren'e başımı salladım ve kendimi kaybetmeden önce arabadan inmek için kapıyı açtım. Fakat hareket etmeden Deren yaklaşıp bir anda yanağımdan öpünce, hissettiğim sıcaklıkla beraber başımı çevirip hizamdaki yüzüne baktım. Dudakları solgun ama sıcaktı, gözlerinin içlerinde kararsızlık ya da pişmanlık yoktu. Ne hissettiğimi görmek için gözlerime bakarken, başını yana eğerek derin nefes alıp verdi. "Sessizliğin neyi işaret ediyor?"

Gözlerinin içine bakarken parmaklarımı öpücüğünü bıraktığı yere, yanağıma götürdüm. Direkt öptüğü yeri buldum, yalnızca orası sıcaktı. Az önce öptüğü elim, bir dakika önce öptüğü yanağımda... Midemin derinden ısınması henüz ona anlatabileceğim bir şey değil, belki de bu yüzden sessizim. "Bence duygusal boşluktasın ve... bu aralar sürekli yanında olduğum için sana cazip geliyorum. Hepsi bu." Hızla önüme döndüm ve Deren konuşmadan önce açtığım kapıdan çıktım, onun itiraz eder gibi kafasını iki yana sallamasını görürken de kapıyı kapatıp arkamı döndüm. Güvenlikten geçip yaşadığım konutun olduğu apartmana girdim, asansöre binip yalnız kaldığım an sinirli bir çığlık atıp üzerimdeki ceketin yakalarını açtım.

Ceketi çıkarıp nefes nefese alnımı, ensemi sildim. Asansör durduğunda direkt daireme yönelip içeriye girdim. Gece hâlâ yoktu, aramamıştı da. Yaman'ı bulamamıştı. Ceketimi koridora fırlatıp yatak odama geçtim, bir şeyler düşünerek etrafta dolaşmaya başladım. Bu şekilde kaybedemezdim, Nil'den ayrılmayı da böyle hayal etmemiştim. Ondan ayrılırken onu sevdiğimi söyleyecektim, son kez sarılıp öpecektim.

Şimdi nasıl bulacağım Karina'nın katillerini? Nasıl? 

Aileme bir daha ulaşmayı deneyebilirdim. Abilerim... Onlar bana dayanamazdı. Babam daha acımasızdır, bu yüzden bana karşı koyabilir ama abilerim olanları öğrenirse bizden ne alındığını öğrenirse cezasını verirler.

Yanağıma bir daha dokunarak odadan çıktım, üstümdekilerden kurtularak banyoya gittim. Çırılçıplak şekilde suyun altına girip sakinleşmeye çalıştım. Elimin tekrardan yanağımda durduğunu fark edince de beni öpmesine bu kadar takılmayı saçma bulup elimi çektim. Vücudum kasılmıştı, sanki çok ağırdı. Önüne geçemeyeceğim şeyler olmasından korkuyordum.

Ellerimle yüzümü ovalarken banyomdaki duş jelini görüp bir iki saniye oraya baktım. Karina'dan sonra hep onun şampuanını kullanmıştım, duş jelleri aylardır duruyordu. Uzanıp elime aldım ve avucuma döküp kokusuna baktım, kırmızı çiçek özlü bir kokuydu. Avucuma gelen tüm duş jelini kafama sürüp sertçe saçlarımı yıkadım, boynumu ve göğüslerimi de. Birisinin bana yaklaştığında alabileceği tek koku bu olana kadar tenime kazıdım.

Banyodan çıktım ve odama girip çıplak şekilde yatağa oturdum. Kısa saçlarımdan damlayan sular omuzlarıma düşüp kolumdan aşağıya kayıyordu. Hızlı nefes alıp vermekten göğsüm sıkışıyordu ama ölene kadar böyle yaşamaya alışmalıydım. Dudaklarımın üstündeki damlaları yalayıp kalktım, yere attığım ceketimin yanına gidip cebinden telefonumu çıkardım. Gece beni aramamıştı, ben onu arayıp telefonu açtığında da, "Onu buldun mu?" diye sordum.

"Telefonumu açtı," dediğinde heyecanım kalp ritmimle oynadı. "Ona güvenmemizi söyledi, geri geleceğini de."

"Nerede olduğunu sormadın mı? Nil onunla değil mi?"

"Karmen, çok kısa tuttu konuşmayı, bana söz verdi. Her şeyi halledeceğim dedi." Sesi panikliydi, sonra yavaşlayıp fısıltıya dönüştü. "Bir şey olmuştur, bilmediğimiz bir şey... Bana söz verdi Karmen."

"Karina'nın babasına inanırken de aynen böyle aptala benziyordum," diyerek telefonu suratına kapattın ve onu koridorun ucuna fırlatıp elimi saçlarım arasından geçirdim. Bana bunu yapmasına nasıl izin vermiştim? Ya da... Tüm herkesin bana bunları yapmasına nasıl izin vermiştim? Bu ezik, güçsüz halimden tiksiniyordum.

Odama geri dönüp hâlâ nemli olan vücuduma çamaşır ve bir tişört geçirdim. Yatağa oturup Nil'in yattığı kısma doğru kıvrıldım. Yastık bebek şampuanı kokuyordu. Aklım Karina ve Nille doluydu, birini merak ederken diğerini çok özlüyordum.

Yine oluyor işte, boğuluyorum... Her şey üzerime geliyor, baktığım o duvar ve tavanın arasına hapsoluyorum. Kafamı çevirip nefes alamıyorum, çünkü her dakikamı, Karina'nın son dakikasında yaşadığı gibi yaşayarak geçirirsem daha az suçlu hissedeceğimi biliyorum.

Yarının olmasını, güneşin doğmasını beklerken uyuyamadım. Kaybetmenin ağırlığını kabul edemiyorum, yataktan kalkarken bile bir şeylerle kavga ediyordum. Saatler geçerken sürekli telefonumdan bir arama bekliyordum. Yaman'ı arayabileceğim hiçbir yer bilmiyordum, adamın soyadından bile haberim yoktu. Ve elbette polise de gidecek bir durumda değildim.

Akşam saatlerine yaklaşırken evin içinde dolanmayı bırakıp odama geçtim. Tişörtü çıkarıp attıktan sonra ellerimi karnımda dolaştırdım. Karina'yı doğurduktan sonra vücudumu toparlanmıştı ama bazı izler hâlâ duruyordu. Kendimi hiç şimdi olduğum kadar zayıf görmemiştim, karnımın içi bomboş gibiydi. Kafamı iki yana sallayarak dolaptan elime gelen ilk parçayı aldım. Siyah bir kapüşonluydu. Kısa saçlarım şapkamın altından çıkarken, saate bakıp evden ayrıldım.

Hava kararırken arabamı Deren'in evine kadar sürdüm. Oraya geldiğimde inmeden önce arabamın içinde bir süre oturdum. Bu sokak nezih, sessizdi. Deren'in evinin etrafında hiçbir hareketlilik yoktu. Telefonumu açıp Gece'den bir arama olup olmadığını kontrol ettim, hiçbir geri dönüş yoktu. "O parayı sana yedireceğimi mi sanıyorsun Yaman? Deren'in paraları sana yedireceğimi sanıyorsan beni hiç tanımıyorsun demektir."

Arabadan indim, kontrol bende olmadığı için gergince eve yürüdüm. Sokak lambaları yanmaya başlamıştı, Deren henüz beni aramamıştı. Belki de beni götürmekten vazgeçmişti ama artık çok geçti. Sokak kapısına vurmaya başladım ve birazdan kapı açıldığında Ece'yi gördüm. Tek örük saçı omzundaydı ve üzerinde oversize bir tişört vardı. Beni gördüğüne şaşırıp kapıyı geçmem için iyice araladı. "Hoş geldin Karmen abla."

"Karmen demen yeterli," diyerek içeriye girdim ve kapıyı onun açmasına şaşırarak koridorda etrafa baktım. "Deren nerede?"

"Odasına çıktı az önce. Ben de yeni geldim sayılır, kızma ama yine yemek getirmiştim Deren abiye." Sanki ben buna kızıyormuşum gibi konuşunca ona verdiğim tepkileri düşündüm, oysa Ece'ye biç kızgın hissetmemiştim. "O da beni içeriye davet edip mutfağa bırak dedi, kendisi odasına çıktı, hâlâ inmedi."

Üst katın merdivenine göz atarken Utku mutfaktan bir bardak su ile çıktı. Beni görünce kaşlarını kaldırıp yanımdaki Ece'ye baktı ve başıyla selam verip, "Hoş geldin Karmen," dedi. 

"Hoş buldum, nasılsın?" Dedim, gözlerimi basamaklardan alamadan.

Utku salona doğru geçince Ece ile salon kapısına yürüdüm. Ece'de Utku'nun çaprazında duran koltuğa diken üstündeymiş gibi oturup elleriyle oynamaya başlarken, ben içeriye girmeden, "Abin iyi mi?" Diye sordum ona.

Utku geceden kalma görünüyordu, gözleri kan çanağıydı. Mutfaktan getirdiği suyu elindeki küçük bir hapla beraber içerken, Ece'nin ona attığı üzgün bakışını yakaladım. Utku başını kaldırır kaldırmaz gözlerini kaçırıp panikledi. "Evet, bugün daha iyi. Tıraş falan oluyordu en son. İyi bir haber var galiba."

Ece heyecanla sordu. "Yaa, Nil bulundu mu yoksa?"

Utku su bardağını bırakmak için orta sehpaya eğilirken, koltukta küçücük yer kaplayan Ece'yi süzdü. "Nil'i çok mu seviyorsun sen? Ben seni Nille hiç görmemiştim."

"Beni görmediğin açık," dedi Ece kısık bir sesle ve ardından yanağına düşen perçemini kulağının arkasına koyup telaşla konuştu. "Çok seviyorum tabi. Arkadaş sayılırız."

"Arkadaş?" diye yineledi Utku. Saçı başı dağınıktı, yorgundu ama buna rağmen Ece'nin neden ondan etkilendiğini anlayabiliyordum. Yakışıklı görünüyordu, abisine gerçekten benziyordu. "Evet, yaşlarınız birbirine yakın."

Piç diye geçirdim içimden ve aynı anda Nil'in ona sertçe baktığını gördüm. Çok kızmış ve alınmıştı, bu genç yaşlarda karşı cinsin seni bir çocuk olarak görmesi sinir bozucu olabiliyordu. Utku tek kaşını kaldırıp Ece'nin gözlerine bakıyorken, "Bana çocuk mu demek istedin?" dedi Ece, sorup sormamakta kararsız kalmış gibi.

Utku onun yüzündeki kırılgan asabiyeti izlemeyi durdurmadan, "Alıngan olma," dedi.

"Kırıcı olmaktan iyidir!" Dedi Ece ve sonra başını diğer tarafa çevirdi, kalkıp gitmeyi düşünüyormuş gibi kapıya baktı.

"Hangisi kırıcı olmaktan iyidir? Çocuk olmak mı yoksa alıngan olmak mı?" Dedi Utku.

Ece'nin tepkisini görmeden arkamı döndüm, basamakları çıkmaya başladım. Alttaki lamba yanıyordu, bu yüzden önümü görerek Deren'in odasına ulaştım ve kapıyı açmak için elimi uzattığım an o kapıyı açıp beni göğsüyle burun buruna getirdi. Yüzünü görmek isteyerek başımı kaldırınca tertemiz suratını gördüm. Teni, onu ilk gördüğümden bile daha temizdi. Uzayan saçlarını, sakallarını kesmişti. Üzerine bir dinginlik gelmişti, tertemiz kokuyordu. Hep sigara ve alkol koktuğunu duyumsardım, şimdi temiz sabun kokuyordu.

Yutkunup başımı sol omzuma doğru eğerken üstünü başını süzmeyi bırakıp tekrar gözlerine baktım. Kirpikleri hâlâ ıslaktı, yorgun bakışlarında düşler vardı. Göğsüm, onun yüzünden aldığım depderin nefesle beraber göğsüne değdi. "Seni aramadan gelmişsin," dedi.

"Beni ekmeye mi çalışıyordun?" diye sordum, parlak görünen, kısa kesim saçlarına bakarak.

"Hayır, seni evden alırım diye düşündüm." Şapkamın ucuna dokunup onu hafifçe yukarıya kaldırdı. "Yakışmış."

"Daha az dikkat çekmeye çalışıyordum."

"Başarısız olmuşsun," diyerek yanımdan geçti ve basamakları süratle indi. 

Dudaklarımı ısırıp şapkamı düzelttim ve arkasından giderken o küçük kıvılcım anı karnımı ağrıtmamış gibi yaptım. Deren salon kapısına ilerleyip kafasını içeriye uzattığında ben de göz ucuyla baktım. Ece ile Utku bizi fark edip birbirlerinde olan bakışlarını çektiler ve Deren ikisine de göz atıp, "Ece, abiciğim yemek için teşekkür ederim," dedi. "Sürekli yemek getirmene gerek yok, kendini yorma."

Ece mahcup bir tebessümle, "Evlerimiz yan yana, yorulmuyorum ki," dedi.

Deren kardeşine doğru bakıp onun halini, tavrını süzerken, Utku bir şey demeden önüne bakıyordu. Tartışmış olabilirlerdi, aralarında gergin bir havanın ağırlığı vardı. "Mantı da getirmişsin, sağ ol. Utku hepsini yemişti. Dediğim gibi daha getirme, Nille ilgili gelişme olursa da ben sana haber vereceğim."

Ece gözlerinin heyecanla ışıldaması sonrası Utku'ya baktı ama Utku kızarmış suratıyla dik dik abisine bakıyordu. İfşalanmaktan rahatsız olmuş gibiydi. "Anladım," dedi Ece, sonra da koltuktan kalktı. "Tamam, daha getirmeyeceğim. Sadece tatlı falan yaparsam getiririm." Deren, Ece salondan çıkıyorken ona alan açtı ve kız kapıya yürüdü. Converselerini giyip çekimser şekilde evden ayrılırken ikimize de el salladı. "Görüşürüz abi, Karmen."

Utku'dan anlaşılmayan bir homurtu çıktı ve Ece kapıyı kapatırken, "Görüşürüz Nil'in arkadaşı," dedi ona, kız duydu mu bilmiyorum ama kapı kapanmıştı. 

Deren bunu duyar duymaz kardeşine dönüp kaşlarını kaldırdı. "Ne diyorsun lan?"

Araları gerçekten gergindi.

Utku onun elindeki çantaya bakarken, "Sana mı bir şey dedim?" Diye karşılık verdi.

Deren içeriye doğru tehdit edici bir adım atınca Utku yutkunup bakışlarını önüne çevirdi. Bunun üzerine Deren işaret parmağını ona salladı. "Sinirini, acını sakın Ece'den çıkarma. Konuşma hatta onunla. Ailesi görmesin, çok baskıcılar, ben bile kızı eve davet ettiğime bin pişman oldum."

Abisini dinleyen Utku'nun gözleri yan eve doğru kaydı ve hiç konuşmadan kafa salladı. Deren, bu karşılıktan memnun kaldığı için onun üzerine dana fazla gitmeden odadan çıktı. Utku arkasından, "Çantada ne var? Nereye gidiyorsun?" Diye sordu.

Deren onun bakış açısından çıkıp belindeki silahını düzeltti ve üzerine ceketini geçirirken, "Emanet," diyerek kısaca cevap verdi. "Ne zaman dönerim belli olmaz. Yabancı birisi gelirse kapıdan çevir siktir olup gitsin. Sen de dışarıya falan çıkma, yine sokak sokak Nil'i aramaya çalışma... Yorgunluktan bir yerde bayılacaksın, bir de seni arayacağım."

Deren bunları kızgınmış gibi söylüyordu ama Utku için endişelendiğini sesindeki o yükselen tınıdan, agresifleşen sözcüklerden anlıyordum. Utku ağzının içinde homurdanıp net bir cevap vermeyince, "Ne diyorsun?" diyerek içeriye bağırdı Deren.

"Bir şey demiyorum!"

"Diyemezsin zaten. Abinim ben senin. Lafımın üstüne laf söyleme."

Abartma şimdi sen de...

Kapıyı açıp dışarıya çıktıktan sonra Deren'in ayakkabılarını giymesini bekledim. Siyah botlarını ayağına geçip dışarıya çıkmadan önce salon kapısına doğru kararsızca baktı. Sanki daha bir dakika önce kardeşini azarladığına pişman olmuştu. Nil ile Utku'ya karşı büyük bir şefkat duygusu besliyordu.

Bir şey demeden arkamdan açık bıraktığım kapıdan çıktı ve anahtarını cebine atarken bana doğru baktı. Hava epey kararmıştı, henüz ümitsizce değil ama insanı ümit etmek konusunda kararsızlığa düşüren bir karanlıktı. Evinin bahçesinden ayrılırken kapıyı açıp önden beni geçirdi, ikimiz de arabama doğru bakınca, "Seni takip edeyim," dedim, arabamı kastederek.

Dudaklarını hemen araladı, direkt cevap vermeye hazırdı. Fakat sonra arabama doğru bakıp başını kaldırıp indirdi. "Böylelikle arabayı yavaş kullanıp kendimi öldürmeden kızımı almaya gidebilirim."

Tatsız bir hıh, sesi çıkardım. "Araba kullanma becerilerim harikadır, yavaş kullanmam."

Kaşlarını çatıp kafasını iki yanına salladı. "Bunu kastetmemiştim ama neyse..."

Kendi arabasına doğru yönelirken yanımdan geçmek durumunda kaldı ve şakacı (!) şekilde şapkamın önüne vurup, "Madem çok iyi kullanıyorsun önümden sür," dedi. "Araba kullanmanı izleyebileyim."

"O kadar şanslı değilsin," diyerek arabama ilerledim. Koltuğumda kayıp arabamı çalıştırdım ve onu izleyip kaldırım kenarından uzaklaştım. Deren sokağın köşesinden sola döndü ve yeni bir ayrıma kadar düz ilerledi. Onu tanıdığımdan beri çok hızlı araba kullanıyordu, sanki bir yere yetişmeye çalışıyordu. Bu kez de Nil'e giderken hızlıydı ama ölümcül şekilde sürmüyordu. Ah, demek bahsettiği buydu. Benim de ona yetişmek için hızlı kullanıp kaza yapmamı istemediği için arabayı daha yavaş kullanıyordu.

Akşam karanlığı tamamen ümitsizlikle dolduğunda Deren'in arkasından daha önce hiç gelmediğim sokaklara girdim. Bir süre önce ilçe merkezini arkamızda bırakmıştık. İlerlediğimiz yerde ne dükkân ne ışıltı ne de insan vardı. Terk edilmiş iş yerleri, depolar, iş makineleri vardı. Deren arabasını yavaşlattığında aynısını yaptım, saat dokuza on varken arabayı ardından, bir boş deponun önünde durdurdum.

O sırada Deren kornaya bastı.

Başımı camdan çıkardım ve arka lambalarını arabama doğru yaktığını görünce beni çağırdığını anladım, fakat henüz arabadan inmemişti. Etrafımı kontrol ederek indim ve onun arabasına yaklaşıp yanındaki kapıyı açtığımda, "Arka koltuğa otur," dedi Deren.

"Neden?" diye sordum.

"Canım, vaktimiz yok... Arka koltuğa geçer misin?"

Bir açıklaması olduğunu düşünerek arka koltuğa geçtim ve kapıyı kapatıp öne doğru eğildim. Ben daha sormadan Deren üstündeki ceketi ve ardından bir çırpıda tişörtünü çıkardı. Kafamı geriye doğru çekip gözlerimi iki kez kırpıştırdım ve o doğrudan ön camdan dışarıya bakarak çelik yeleğini çıkarırken, tavan lambası sayesinde görünen omuzlarına doğru baktım. Üzerinden tertemiz bir koku geliyordu, duştan sonra bir şey kullanıyor olabilirdi. "Üstündeki çıkar, bunu giyin," dedi. Sonraki saniyede bana döndü, omuzları gerisinde kaldı ve yüzü hizamda belirdi. Koyu gözleri saniyeleri sayıyor gibi sabırsızdı, nefes nefese oluşunu, kalbinin ağzından çıkacakmış gibi duruşunu gözlerinden okuyordum. "Ben izin vermem ama ne olur ne olmaz, her ihtimale karşı..."

Gözlerinden, teninden uzaklaşırken omuzlarına ağır ağır birkaç saniye daha baktım ve fark edildiğimi ikimiz de anlayınca ısrarla uzattığı çelik yeleğe dokundum. Sert ve sıcaktı, oysa teni hep buz gibi olmaz mıydı? "Senin yeleğin, sen giy," dedim.

Aynalara ve ön camdan dışarıya, etrafımıza bakarak, "Senin yeleğin demedim zaten," diye sabırsızca konuştu. "Bu kez senin giymeni istiyorum."

Kendisi dururken benim giymemi mi istiyordu? Bu düşünce zihnimden, kelimelere dökülmüş gibi keskin şekilde geçerken onun gözlerinde uzun bir süre kaldım. Ben kalbimin tekrar ısınması için alevlerin içinde yanması gerektiğini sandım. Deren'in sözlerinde, gözlerinde ısınacağı aklımdan geçmedi. 

Çelik yeleğini bana giydiriyordu ama bu gece buradan ayrılırken kendisi beni öldürmek isteyebilirdi.

"Giyemem Deren, kendini korumalısın."

"Buraya benim yüzümden geldin. Sana bir şey olmasına asla izin vermem."

Ben izin verdim... Sana bir şeyler olmasına.

Duygularım yüzünden, bir okyanustan kumlara doğru baygın şekilde sürüklenmiş gibi bilinçsiz hissedip sertçe yutkundum. "Ben kendim geldim, sürüklemedin sonuçta."

Nefesini dişleri arasından verip çelik yeleği dizime doğru koydu. "Dediğimi yap, yoksa seni bu arabaya kilitleyip giderim."

"Deren..."

"Ya Allah aşkına giy işte şunu! Ben giymeyeyim, sen giy istiyorum... Sana bir şey olmasın istiyorum." Bana kızarken daha da hiddetleniyordu, çıplak göğsü inip kalkıyordu.

Çelik yelekle beraber geriye çekilip, "Peki, ışığı söndür," dedim ve Deren sonunda rahatlayıp önüne döndü. Dikiz aynasından onu izleyerek şapkamı attım ve o tavan lambasını söndürdüğünde üzerimdeki kapüşonluyu çıkardım. Deren tavan lambasını söndürdükten sonra uzanıp tişörtünü tekrar giyindi. Dikiz aynasından onu görebiliyordum, başı önüne eğikti, bana bakmıyordu. Tişörtünü giyip bel kısmını düzeltirken kafasını kaldırdı ve dikiz aynasından onu izlediğimi görünce bakışları duraksadı. Bakışlarımı kaçırmalı mıydım, bilmiyorum ama bunu yapmak pek benlik değildi. Bu yüzden onunla göz göze geldim ve çelik yeleği üzerime geçirdim. Sadece gözlerime baktığını biliyordum, bakışları daha aşağıya inmek için herhangi bir harekette bulunmamıştı.

Sonra başını tekrar eğdi ve genizden bir sesle, "Sana verdiğin kurşunlar yanında mı?" diye sordu.

"Hayır," dedim ve tereddüt ederek sordum. "Sence silah kullanmana gerek olacak mı? Nil oradaysa bunu yapabilecek misin? Seni öyle görmesini istemezsin."

Deren arkasına doğru kaçamak bir bakış attı ve giyindiğimi görünce sakince önüne döndü. "Tabi," dedi söylediklerime. "İstemem ama mecbur kalırsam da kullanırım."

Şerefsiz Yaman, senin yüzünden bunlar...

"Nil buna şahit olsa bile eminim ona unutturursun, çok iyi bir babasın."

Saatini kontrol edip bir daha arka koltukta oturan bana baktı. "Nereden biliyorsun iyi bir baba olduğumu? Onu yana yakıla arıyor olmamdan mı?"

Nil'in senden bahsediş şeklinden...

"Evet. Kaybolsam ve birisinin beni böyle aradığını bilsem ona dönmek için çabalardım."

Belki de bana bakmasından anlam çıkaracağım bir şey yoktu ama bir erkek böyle baktığında istemsizce onu düşünürdüm. "Nil'de dönmek istiyordur ama kendi başına çabalamayacak kadar küçük bir kız."

"Sen çabalıyorsun, bu çaba ikinize de yeter." 

Başını aşağı yukarı sakince sallarken, "Sence çok acı çekmiş midir?" Diye sordu, bu soruyu sorarken yüksek ses kullanamadı, sanki kelimeleri çıkarmakta zorlanıyordu. "Onu geri aldığımda bana neredeydin, diye sormasından çok korkuyorum Karmen. Ne diyeceğim? Onu bulamadığımı nasıl açıklayacağım? Bana küserse, içerlerse diye korkuyorum... Daha kötüsü canı yandıysa, bir yerine bir şey olduysa diye korkuyorum. Onu gördüğümde ağlamaktan gözleri şiştiyse, açsa, korkudan titriyorsa, gelip onu almadığım için bana küserse... Hepsinden korkuyorum. Utku'ya bunları söyleyemiyorum, benim korktuğumu duyarsa daha da panikler, o hep benden güç alır çünkü. Ondan başka da kimsem yok... O yüzden ilk kez yüksek sesle söylüyorum korktuğum her şeyi."

"Eminim seni gördüğü an kollarına atlayacak, bir anda korkularından arınıp hafifleyeceksin..." şimdi ağırsın, katılaşmışsın. "Ve belki de bu birazdan olacak Deren. Saat dokuz olmak üzere."

Heyecanlı bakışlarını saate kaydırdı ve dudaklarında tizleşen titrek bir soluk aldı. Nefesini yutmasını, yutkunmasını izledim ve birbirimize komut verince arabadan aynı anda indik. Deren hemen ön tarafı dolanıp yanıma yürüdü ve para dolu çantayı alıp araba kapısını kapattı. "Orada ne kadar para var?" diye sordum. "Gerçekten banka hesabındaki tüm parayı aldın mı?"

"Evet," dedi, etrafı kolaçan ederken. "Ama yalnızca bir hesabımdaki."

Boğazımdan gülmeye benzeyen ses kaçtı, bu ses dudaklarımdan kıkırdama olarak çıktı. Deren gözlerinin ucuyla bakınca da kafamı iki yana sallayıp, "Bu depo mu?" Diye sordum.

"Evet," dedi ve bir daha saate baktı. "Saat dokuz, gel."

Tam yanında, onunla yürürken etrafıma bir daha baktım. Belki de polise haber vermişti, birkaç polis gizlenmiş olabilirdi. Yaman içeride bizi bekliyorsa beni gördüğünde ne diyecekti? Yaptıklarımı anlatır mıydı? O zaman Deren ikimize de bir tane sıkardı. Ama beni öldürebilmesi için kafama sıkması gerekirdi, çünkü göğsümden vurulmayayım diye çelik yeleğini vermişti.

Deren heyecanla büyük, terk edilmiş, rüzgârın üzerine çarptığı deponun kapısına ulaştığında önce aralıktan içeriye baktı. Ama pek bir şey göremedi, homurdandı. Sonra ne kadar yakınında olduğumu görmek için bana bakıp ağır kapıyı tuttu, vücuduyla beraber iterek açtı. Yüzleşmenin sancısını taşıyarak arkasından girdim. İçerisi boştu, sadece zamanında kullanıldığı açık olan birkaç iş makinesi vardı. Deren deponun yarısına kadar ulaştı ve etrafında dönerek, "Geldim orospu çocuğu, neredesin?" dedi.

Sesi kulaklarıma ikinci kez, bir yankıyla geri döndü. Onun gibi etrafımda dönüp iş makinelerin çevresine bakarken, "Geldiğinizi gördüm," dedi robotik bir ses. Derenle aynı anda hareketsizleştik, sesin geldiği yönü tespit etmeye çalıştık. İçeride değildi, dışarıda bir noktadan bizi izliyordu. "Yalnız geleceğini sanıyordum."

"Polis getirmediğim sürece anlaşmamızda bir pürüz görmüyorum." Deren aynı sertlikle karşılık vererek çantayı ayağının dibine bıraktı, onu izleyen bir kamera olduğunu bilerek etrafında yeniden döndü. "Paran burada, çantanın içinde milyonlar var. Kızımı verdiğin an hangi bir sik olduğunu umursamadan parayla yoluna bakmana izin vereceğim... Ama Nil, önce onu getir."

Çantanın yere düşmesiyle beraber kalkan toz burnumu kaşındırdı ve gözlerim, adamın deponun içinde olmadığından emin olduğu için önüme döndü. Deren'in sabırsızca kameralara dönük yüzüne bakarken, "Parayı bırakın ve çıkın," dedi telefondaki robotik, değiştirilmiş ses. Deren hemen itiraza kalkışıp, "Kızım olmadan asla," diyordu ki, ses birkaç şey ekledi. "Depodan çıktıktan sonra yüz metre sağ tarafa ilerleyin. Nil, oradaki deponun içinde, arabada."

Ses kesildi ve Derenle göz göze geldiğimizde, doğru ya da yalan olması umurunda olmadan buradan ayrılacağını anladım. Bu yüzden üzerine düşünmeden arkasını döndü ve beni bileğimden tutup kendisiyle beraber çekti. Kendimi onun sırtında, yanında koşuyor buldum ve nefesimi buna hazırlamadığım için ciğerlerim panikledi. Deren, girerken açık bıraktığımız kapıdan fırladı ve paraları arkamızda bırakarak sağ tarafa doğru koştu. Kafasını kaldırıp depoya bakarken gözleri parladı, karanlıkta gözlerimi kamaştıran belki de bu olmuştu.

Soluk soluğa, "Deren," diyordum ki, cebimdeki telefonum titredi. Hep Gece'den bir arama beklediğim için elim otomatik şekilde telefona uzandı ve Derenle beraber koşarken aramayı yanıtlayıp kulağıma koydum. Gözlerim, Deren'in ensesini izlerken, "Karmen," dedi Gece, heyecanla. "Nil döndü Karmen. Yamanla döndü."

Ayaklarım durdu ve bedenim çekiştiriliyor olsa da ilerlemedi. Deren'in eli bileğimden koptu ve süratle koşmaya devam ederken gözlerim birkaç saniye arkasında kaldı. Aramayı kapatıp telefonu indirdim ve dönüp arkama baktım, az önce terk ettiğimiz depodan birisinin elinde para çantasıyla çıktığını gördüm. Hızla koşuyordu, yüzünde maskesi vardı. "Deren," diye fısıldadım önce. "Deren, dur... Bu bir tuzak, dur!"

Bağırarak aramıza açtığı mesafeyi kapattım ve Deren, deponun kapısından içeriye beni duymadan, algılayamadan girdiğinde gözlerim kocaman açıldı. Kalbimin derimin çok yakınında, neredeyse üstünde attığını hissedip bir daha, "Deren," diye bağırdım ve deponun kapısından girdiğimde onu arabaya doğru koşarken gördüm. Fakat ben daha mekânda bir adım ilerlemeden ve Deren arabaya ulaşamadan bir ses kulaklarımı sağır etti, sonra gözlerim parladı. Önce parlaklık gördüm, ardından renginin kırmızı olduğunu. Alevler etrafa saçıldı ve arabadan fırlayan parçalar yere düştü. Karanlık turuncu ve kırmızı rengine dönüştü, yangın tüm çevremi sarmalamış gibi hissettirdi.

Dudaklarımdan, yarıda kalan o kelime bir daha çıktı. "Deren," diye fısıldadım ve bakınca onun hayret içinde hemen birkaç metre önündeki arabayı izlediğini gördüm. Dünyası başına yıkılmış gibiydi, çünkü Nil'in o arabada olduğunu sanıyordu. Şoka girmişti, söylediklerimi algılayabileceğini sanmıyordum. Alevler yüzüne yakın duruyordu, suratı kararmaya başlamıştı. Ellerini kaldırıp yangına doğru uzattı ve sonra, "Hayır," diye haykırdı, sendeleyerek ileriye bir adım daha gitti. "Nil orada, kızım alevlerin içinde... Nil!" Yer ayaklarının altından kaymış gibi sendeleyen bir adım daha attı ve sonra alevlerin içine tereddütsüzce koşmaya başladı. "Yalvarırım ölme, yalvarırım ölme Nil..."

"Deren, Nil orada değil," diye bağırarak ona süratle koştum ve kolundan yakaladığım o bir saniyede var gücümle onu çekmeye çalıştım. Alevler büyüyor, sıcaklık yüzümüze siniyordu. Deren engelime takıldı fakat durmadı, ben iki elimle birden onu tutarken kurtulmaya çalışarak yangına uzandı. Elini ileriye uzatarak, "Nil!" Diye bağırdı hiddetle, korku ve perişanlıkla. "Nil, babacığım buradayım, bekle... Nil, aşkım n'olursun ses ver!"

"Deren, Nil orada değil," diye bağırdım sesimi duyması için. Onu ancak böyle tüm gücümle çekersem ilerlemesine engel olabilirdim ama tamamen değil, ellerim ona yapışmış olmasına rağmen ileriye gitmeye çaba gösteriyordu. "Adam giderken gördüm, Nil onunla beraberdi! Yalan söyledi, Nil'i kullanarak paranı aldı! Burada yok diyorum, beni duy n'olursun!"

Deren hiçbir şey duymadan ellerimi itmeye çalışıp yangına doğru, "Nil?" diye bir daha seslendi, adını yine kekeleyerek bir araya getirmişti. Kollarımı ona daha da yakınlaştırıp vücuduna doladım, sırtına yapışıp onu kendime doğru hapsetmeye çalıştım. "Allah kahretsin! Beni bırak, beni bırak dedim sana! Nil'i alacağım, beni bırak!"

"Duymuyorsun, Nil orada değil diyorum sana." Duman kokusu ağzımdan ve burnumdan içeriye girdiğinde, Deren'in ellerini kollarımda hissettim. Beni çözmeye çalışarak ilerlerken, "Kızımı çıkaracağım," dedi, kendi kendine. Alevler gözlerimi yakıyordu, saçlarım uçuşuyordu. "Beni nasıl durdurursun lan sen? Bırak beni diyorum, kızımı kurtaracağım. Canını yakarım, beni derhal bırak!"

"Yak!" Diye bağırdım, beni algılayabilmesi için kafamı sırtına vurdum. "Umurumda değil! Geriye gel, gitme yeter ki! Yanacaksın, Nil orada değil, boşuna kendine zarar verecek..."

Perişanlık ve korkuyla yeniden, "Nil!" Diye seslendi ve sonra hıçkırdı, vücudu daha da kasıldı. Bir anda insan üstü bir güç sergileyerek kollarını gerdi ve beni üzerinden attı. Geriye doğru sendelerken bile onu ceketinin uçlarından tutup, "Deren, n'olursun beni duy," dedim. Etrafımı bir duman bulutu kaplamıştı, ellerim seğiriyordu. "Nil orada değil, onlarla gördüm diyor..."

"Yandı!" Diye bağırarak deliye döndü ve sonra bir daha ellerimden kurtuldu. Yangının içine girerken kollarını yüzüne tutmayı bile akıl etmiyordu. Ateşe yürüdüğünü gördüğümde onu bir daha tuttum ve kendime doğru çevirmeye çalışıp, önüne geçtim. Deren beni elinin tersiyle iterken de parmak uçlarıma yükseldim ve kollarımı boynuma dolayıp sıcacık dudaklarına dudaklarımı bastırdım. 

Vücudunu durdurdum ve zaferimin tadını dudaklarından aldım. Bir elimi ensesinden önüne getirerek göğsüne koydum ve o şaşkınla acıdan kıpırdayamazken, geriye doğru ittim. Ayakları birbirine takıldı ve yangına doğru uzattığı elleri düşerken, dudaklarının üstündeki dudaklarımı hareket ettirip, "Nil orada değil," dedim ona en yakın, en samimi şekilde. "Deren, canını yakma, oraya boşuna girme, Nil içeride değil."

Dudaklarım, kâbusumda olduğu gibi her sözcükte onun dudaklarında temas ediyordu. Artık gitmiyordu, hareket etmiyordu ama hâlâ bu kadar yakınındaydım. Yangının içinden yükselen sesleri duyarken, "Nil," dedi bana çaresizce, kaybetmişçesine. Başımı iki yana salladım ve dudaklarım dudaklarına sürtünce, kollarımı daha sıkı dolayıp konuşmaması, düşünmemesi için onu gerçekten öpmeye başladım.

Ve böylelikle ben ısındım. Onu ateşin içinden yanmasın diye çekip alırken kendimin yanacağını hesaba katmadım.

Karşı koymuyor ama eriyip gitmiyor. Dudaklarım, çok uzun zaman sonra bir erkeği öpmeyi yadırgar sanıyorum ama tanıdık bir şey hissediyorum, belki de içimde hep yandığım için dudaklarının böyle sıcak olması tanıdık geliyor. Sanki dilim ağzımın içinde şişiyor, Deren acıdan mı zevkten mi bilmiyorum ama yüksek sesle inliyor. Vücudumu tutuyor, ensemden kavrayıp kafamı ağzına doğru çekiyor, sanki onu durdurduğum için beni cezalandırmak istiyormuş gibi sertçe, kızarak öpüyor... Öfkesi, nefreti, özlemi, acısı, hüsranı dudaklarımda son buluyor, yangın etrafımda dönüyorken kalbimden kırılma sesleri geliyor. Buzların kırılma sesleri...

BÖLÜM SONU.